Kadın Beyanı Esastır İlkesi: Kadın Düşmanlığı Tartışmaları Alevlendi!
Gündem

Kadın Beyanı Esastır İlkesi: Kadın Düşmanlığı Tartışmaları Alevlendi!


03 September 20255 dk okuma7 görüntülenmeSon güncelleme: 03 September 2025

Türkiye'de kadınların yaşadığı tacizleri ifşa etmesiyle başlayan tartışmalar, feminist mücadelenin önemli kazanımlarından biri olan "kadının beyanı esastır" ilkesinin, ataerkil zihniyet ve kadın düşmanlığı ile nasıl çarpıtıldığını bir kez daha gözler önüne serdi. Sosyal medyada yükselen tepkiler, "iftira", "itibar suikastı" gibi söylemlerle kimin sözünün hakikat olarak kabul edileceği sorusunu yeniden gündeme getirdi.

Kadın Düşmanlığı ve Epistemik Adaletsizlik

Feminist teoriler, epistemik adaletsizlik ve kadın düşmanlığı kavramlarıyla bu durumu anlamamıza yardımcı oluyor. Epistemik adaletsizlik, bilginin ve tanıklığın cinsiyetli dağılımındaki adaletsizliği ifade eder. Aynı sözü bir erkek söylediğinde "inandırıcı" bulunurken, bir kadın söylediğinde "şüpheli" görülmesi bu adaletsizliğin bir örneğidir. Kadın düşmanlığı ise kolektif, yapısal ve tarihsel bir nefrettir. Kate Manne'nin vurguladığı gibi, kadın düşmanlığı kadınların sözünü, bilgisini ve varlığını disipline eden bir ataerkil mekanizmadır.

Seksizm, eşitsizliği doğal ve meşru gösteren ideolojik bir söylemken, kadın düşmanlığı bu eşitsizliği sürdürmek için devreye giren normatif ve yapısal bir yaptırım rejimidir. Kadınların patriyarkal rollere itaat etmedikleri durumlarda ortaya çıkan şiddet, kadın düşmanlığının bir tezahürüdür. Bu durum, aile içinde "itaatkâr anne" normunu reddeden kadınların damgalanmasında, iş yaşamında yükselen kadınların "hırslı" veya "soğuk" diye küçümsenmesinde ve kamusal alanda protesto eden kadınların "taşkın" veya "ahlaksız" diye kriminalize edilmesinde görülebilir.

Üstelik, kadın düşmanlığı sadece erkekler tarafından değil, kadınlar tarafından da içselleştirilebilir. Patriyarka, mevcut toplumsal paradigmanın işleyiş biçimidir ve kadınların kendi sözlerini geri çekmelerine, başka kadınların beyanlarını şüpheyle karşılamalarına neden olabilir. Bu durum, patriyarkanın ne denli köklü bir bilgi rejimi kurduğunun göstergesidir.

İstemli Yorumlayıcı Cehalet ve Sonuçları

Gaile Pohlhaus Jr., "istemli yorumlayıcı cehalet" kavramını ortaya atarak, hâkim grupların bilmemekten doğrudan fayda sağladıkları için öğrenmeyi reddedebileceklerini belirtir. Bu, iktidar ilişkilerini sürdürmenin ve var olan avantajlı konumu devam ettirmenin stratejik bir yoludur. Kadınların beyanlarının itibarsızlaştırılması, bu cehaleti üretir ve muhafaza eder. Erkeklerin aile içinde kadınların maruz kaldığı şiddete tanık olmalarına rağmen "bilmiyormuş gibi" yapmaları, bu duruma bir örnektir.

Kadınların beyanlarının itibarsızlaştırılması, hakikatin dolaşımını engelleyerek hâkim düzenin çıkarlarına hizmet eder. Bu durum, kendisine hak savunucusu, yazar, sanatçı diyen kişilerin bile kadınların beyanlarını görmezden gelmeleri veya kriminalize etmeleriyle kendini gösterir.

Kadının Beyanı Esastır İlkesi Ne Anlama Geliyor?

Sıklıkla manipüle edilen bir nokta, "kadının beyanı esastır" ilkesinin ceza yargılamasında ispat standardının yerine geçtiği iddiasıdır. Ancak bu doğru değildir. İlke, özellikle cinsel şiddetin çoğunlukla tanıksız ve geriye az iz bırakan doğası karşısında, soruşturma süreçlerinin ve koruyucu/önleyici tedbirlerin etkin işlemesini amaçlayan bir rehber niteliğindedir.

Ceza yargısında hâkim, tüm delilleri birlikte değerlendirir ve mağdurun beyanı belirli nitelikleri taşıdığında güçlü delil kabul edilebilir. Koruma tedbirleri söz konusu olduğunda ise 6284 sayılı Kanun, şiddete uğrayan ya da uğrama tehlikesi altında olan kişiler için risk temelli ve gecikmeksizin uygulanacak önlemler öngörür. Bu nedenle, "kadının beyanı esastır" ilkesini tartışmaya açmak, hukuki bir usul meselesi değildir.

Bu ilke, feminist siyasetin hukuki bir tartışma zemini yaratarak kadınların deneyimlerini "esas" alan epistemik pozisyon olarak da işlev görmüştür. Mesele, kadınların beyanının doğruluğunu peşinen kabul etmek değil, beyanın araştırma, soruşturma ve toplumsal tartışma için meşru ve yeterli zemin oluşturduğunu teslim etmektir.

Sonuç

Mevcut ataerkil sistem, binlerce yıldır doğanın, kadının ve çocuğun hakikatini kendi tekelinde gördüğünü sanarak kontrol ve şiddet üzerinden kendisini yeniden üretmiştir. Feminist mücadelenin kazanımlarından biri olan "kadının beyanı esastır", bu iktidar tekeline meydan okuyarak kadınların kendi hakikatine sahip çıkmasını sağlar. Eğer yasalar caydırıcı değilse, kimi deneyimlerin adı hâlâ konulmuyorsa, kadınların tanıklığı değersizleştiriliyorsa; tacizciler aile içinde korunmaya devam ediyorsa; toplumda "sanatçı", "baba", "yazar" gibi sıfatlarıyla meşruiyet kazanmaya devam ediyorlarsa ve cinsel taciz depolitize edilip gündelik hayatın görünmez bir parçası hâline getiriliyorsa, kadınlara ifşa dışında ne kalıyor geriye? Eğer ifşaların biçiminden rahatsızlık duyuluyorsa, önce bu yapısal cinsiyetçi ve kadın düşmanı düzeni değiştirmeye cesaret etmeniz gerekmez mi?